Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra eski inanç sistemlerinden tamamen kopmamışlar, Alevî-Bektaşî geleneğinde eski inanç ve uygulamalarına bir şekilde devam etmişlerdir. İslamiyet öncesi inanç sistemlerine kadar uzanan Alevî-Bektaşî kültürü, Hacı Bektaş-ı Veli ile şekillenmiştir.
Onuncu yüzyıldan sonra, batıya büyük kütleler halinde göç eden Oğuzların tamamı, Mâturîdî- Hanefî-Yeseviyye çizgisindedir. Bu çizgi Müslümanlığın, Türk yorumudur (Türk Müslümanlığı).
Osmanlı Türkleri, Rumeli’de ülkeler fetheder, yerler alırken, buralara Bektâşîlik ve Alevîliği de yaymışlardı. Bu iş, bir yandan misyoner dervişlerin tesiri ile olurken, diğer yandan oralara göç ettirilen Kızılbaş Türkmen oymaklarının tesiri ile meydana gelmişti.
Böylece, Alevîlik ve Bektâşîlik, Arnavutluk ve Yugoslavya’ya kadar bütün Rumeli’ye yayılmıştı. İran’da da Kızılbaş Türkmen oymakları mevcut idi. Onlardan başka, Şiî olan İran Azerbaycan’ı Türkleri vardır ki, bunlar inceleme konusu ettiğimiz gruplardan başka bir nitelik arz ederler
Bektaşîliğin doğması ve tarikat halini alması, Alevilikten çok daha sonraları gerçekleşmiştir. Bektaşilik, 13. yy’da Horasan Melamîliğinin etkisiyle Kalenderîlik içinde oluşmaya başlamış, 15. yy’da tarikat halini almıştır. Son birkaç yüzyılda farklı kollara ayrılmıştır. Günümüzde Alevîlik ve Bektâşîlik, iç içe geçmiş durumda olmalarına karşılık, teolojik ve sosyal açıdan birbirlerinden farklılıklar gösterirler.
Alevî ve Bektaşilerin kendilerini, “Müslümanlığı kabul eden Türklerin, İslâm öncesi kendi öz kültürlerini, kimliklerini, dillerini, örf ve âdetlerini, İslâmiyet’in temel ilkeleri içinde, yaşam ve toplum şartlarına uydurarak koruması ve yaşatmasıdır.” diye tarif etmeleri anlamlıdır.