Bir röportajında annesinin ölümü ile yaşadığı üzüntüyü gözyaşları içinde böyle anlatıyordu:
"Annem benim yaşamda özgüvenimin temel kaynağı, köklerini teşkil ediyor. Annem hastalandı ve öldü diyorlar ama hep içimde 'Misafirliğe gitti, bir gün sonra gelecek, iki gün sonra gelecek' diye bakıyorum. Üç gün geçti gelmedi, dört gün geçti gelmedi, beş gün geçti gelmedi. Ve bir gün dedim ki 'Ben annemi bir daha göremeyeceğim.' Ölümün o zaman farkına vardım. O zaman kimsen yoksa senin bir şey istemeye hakkın yok, sadece başkalarını memnun etmeye çalışırsın. Annen yok, kimsen yok."
Yemek yerken kaşığını çok doldurmaya korkardı
Ailenin hassas, kırılgan en küçük çocuğu olarak aynı kaptan yemek yediklerini, kaşığını çok doldurmaya korktuğunu, yeni ayakkabı, yeni elbise konusunda hiçbir beklentisinin olmadığını da dile getirmişti.
Bir güz döneminde sıtma hastalığına yakalandığı için eve iğneci çağrıldı. İğneci İsmail, iğneyi sinire denk getirince ve ayağında his kaybı oluştu. Ayağı gittikçe büzüşmeye başlayınca annesi zencefil, zeytinyağı gibi malzemelerle kendine özgü fizik terapi uyguladı. 3-4 ay sonra bacağını yavaş yavaş hissetmeye, bir yılın sonunda ise yürümeye başladı ama bir ayağı 2,5 cm kısa kaldı.